1 Şubat 2014 Cumartesi

AB, Cemaat, Kıbrıs ve Türkiye gerçekleri



AB, Cemaat, Kıbrıs ve Türkiye gerçekleri

Türkiye, Kıbrıs politikasında Kıbrıs Türkünün yanında olduğunu belirterek AB’ye mesaj verdiğini düşünüyorum. Seçimlerin arefesinde, seçimlerden sonraki politikasının ne olacağı konusunda ipucu veriyor. Türkiye’nin, yani yönetimin AB’ye girmek istediğinde artık kuşkularım var. Çünkü fazla naz aşık usandırır, ki Türkiye’nin artık AB’den medet beklemeden kendi komşularıyla ve daha ilerisiyle güzel geçinip iyi ticaretler yaparak gelişmekten başka çaresi yok. Zaten şu an Türkiye ayakları yerden kesildi ve menzilden çıkmak üzere. Halkın AB’yi istemesinin sebebi daha müreffeh bir hayat sürmek içindi. Ama artık görüldü ki AB’ye giren ülkeler bile krizde. O yüzden AB’ye girmek her ne kadar Ak Parti’nin politikalarından gözüksede çok aşırı manada eskiden olduğu gibi ateşli bir istek yok kanaatindeyim.

Burada Ali Bulaç başta olmak üzere, “AB Türkiye’ye ılımlı İslam sözü verdide ondan şimdiye kadar Türkiye’nin ekonomik kalkınmasını tolare ettiler” mealindeki görüşleri tarihe bakıldığında Müslüman bir devletin bırakın kendilerine üyeliğini, güçlenmesini dahi istemedikleri kanaatinde halk Batı'nın. O nedenle Ali Bulaç'ın sözleri abes kalıyor burada. Gerçi Ali Bulaç’ta diğer birçok cemaatin başta gelenleri ve yayın örgütleri gibi farklı kanaatler sergileyerek aslında kendi içinde çelişir bir görüş sunuyor. Dışarıdan başta AB olmak üzere hükümete karşı destek arayışında olan Cemaatin içindeki Ali Bulaç’ın Avrupa’da islamcı kimliğiyle tanınıyor olması ve pekte istenen bir kişi olmayışı cemaatin politikalarıyla karşılaştırıldığında ironik bir durum sözkonusu. Bu ironik durumlar internete düşen ses kasetinde Fethullah Gülen’in Hüseyin Gülerce’nin hükümetle uzlaşı tekliflerinden haberdar olup olmadığı ve duruşunun ne olduğu istendiğinde üzüntülü tavır aldığı ve konuya ilgisiz kaldığı ironikliklerin ne kadar derinlerde olduğu izlenimi veriyor.

Yani kısaca söyleyecek olursak ya Ali Bulaç "islamcı" ya da "Ilımlı islamcı". "Ilımlı islamcı"ysa Batı’daki adı neden "İslamcı". "İslamcı"ysa cemaate ters düşmüyor mu. O zaman Batı’nın sert diye tabir ederek El Kaideyle işbirliği yaptığı iddiasını öne sürdüğü İHH ve diğer sivil toplumlar içerisinde yer alması gerekmez miydi Ali Bulaç’ın. Bunu cemaatin "ılımlılığına" bağlamak istiyorum ama İHH’ya yapılan polis baskınlarından ve tutuklamalardanda pek hoşnut oldukları izlenimini aldım yayınlarından. O halde pekte ılımlı değillermiş dedim.

O zaman şu görüşe hakim oldum: Cemaat kesinlikler dini referansla değil, siyasi referansla hareket ediyor. Dini siyasi hedefleri için kullanıyor. Bu görüş sadece benim görüşüm değil. Aytunç Altındal 2009 senesinde youtube’a yüklenen videoda aynı şeyleri savunmuş

Hüseyin Gülerce’nin gösterdiği esneklik ve aynı samimi tutumu ne yazık ki Ali Bulaç’ta dahil kimse şu ana kadar göstermedi. Ali Bulaç bir kere kendi içinde samimi bir duruşta değil. Bir taraftan Yahudilerle ve Hıristiyanlarla diyalog misyonuna soyunmuş "ılımlı İslam"ı dünyaya yayma misyonu olan bir cemaatin içinde yer alıyor, diğer taraftanda “ılımlı İslam’ı getirme sözü verdiğini iddia ettiği hükümetin bunu yapmayınca cezalandırıldığı” görüşünü dile getiriyor Gezi olaylarını ve devamında birçok olaylarla birlikte 17 Aralık Darbesinide kastederek. Yani burada Ali Bulaç’ın ve cemaatin neresinden tutacağı konusunda insan tereddüt içinde kalıyor. Cemaatin "ılımlı İslam misyonu"nu destekliyorsunda hükümetinde bu yönde verdiği sözü yerine getirmediğinden yakınıyor musun. Ki o zaman seni Batı boşuna İslamcı olarak tabir ediyor. Ya yoksa "ılımlı İslam"a karşı mısın, ki o zamanda zaten Cemaatle uyuşmuyorsun.

Birçok vatandaşın genel kanaati şu: AB çifte standart uyguluyor. Diğer devletlerden beklemediği kriterleri Türkiye’den bekliyor. Bunu yaparken asıl hedefi Türkiye’yi AB’ye üye yapmak istemeyişidir. Ama buna engel olamayacaksada hiç değilse mümkün olduğu kadar oyalayarak yine Türkiye’nin AB üyeliğini mümkün olduğu kadar ileri bir tarihe atmak. Türkiye şu an adeta AB’ye girmekten çok AB’nin ne kadar samimi olduğunu test eder görünümünde. Deyim yerindeyse Türkiye, AB’nin asıl niyetini davranışlarıyla ve uyguladığı çifte standartlarla “kendi foyasını kendisinin açığa çıkararak” söze gerek bırakmayacak kadar daha malum hale gelmesini birazda alaycıl bir şekilde takip ediyor. Hani diyorlar ya hep AB Türkiye'nin fasılları ne kadar yerine getirip getirmediğini takip ediyor. Hayır, ben bunun tam tersinin daha yoğun olduğu kanaatindeyim. Türkiye şu an bazı siyasi ve ekonomik çıkarlarına uygun olduğundan AB’ye üyelik konusunda ilgileniyormuş görünümünde. Her ne kadar ekonomik olarak vazgeçilmezlik varsa veya bu gelişen ilişkilerde olacaksada bu her iki taraf için geçerli. Onun için herhangi bir taraf diğerine ekonomik dayatmalarla üyelik politikalarını etkileme gibi bir durumu şu an sözkonusu değil. Görüldüğü gibi burada politikadan bahsediyoruz. Çünkü bu üyelik ve karşılıklı anlaşmadan çok politika meselesi haline gelmiştir. Eğer Rusya gibi doğalgazınız olsaydı iş kolaydı. O zaman kendileri çağırırlardı gelin üye olun diye Rusya’ya yaptıkları gibi. Veya bazılarının iddia ettiği gibi Müslüman çoğunluklu bir devlet olmasaydınız.

Yani vatandaşın görüşü, AB’ye girmeniz için ya ekonomik olarak vazgeçilmez olacaksınız, ya da Müslüman bir devlet olmayacaksınız. Veya Müslüman devletseniz son derece ılımlı, esnek ve gevşek Müslümanlar olacaksınız. Her türlü tavize açık olacaksınız. Mesela HZ. Muhammed’in karikatürlerine, Kuran yakmalar gibi nabız yoklama denemelerini, Gazze’ye saldırılarda küçüklük psikolojisiyle gıkınızın çıkmaması gibi sınavları aşacaksınız. Deyim yerindeyse yüzünüze tükürseler yağmur yağıyor diyerek kendinizi kandırarak sinirlerinizi telkin ve teskin edeceksiniz, kendinize rağmen kendinizi sindireceksiniz, pusturacaksınız. Onlarda “tamam büyüklüğümü anladı, farkına vardı, haddini bildi” diyerek sana sınavı kazandığın “müjdesini” belki verecekler.

Rusya AB’ye ve özellikle Almanya'ya doğalgaz konusunda şu an kök söktürüyor adeta. Rusya’ya olan bağımlılıktan kurtulmak için yerkabuğunu bilmem kaç km derinlikte çatlatmak gibi doğa katliamını yapalım mı yapmayalım mı tartışmasına dahi girdiler Almanlar şu an. Sayın şansölyeleri Merkel bu girişimi doğa katliamı olmadan yapılmasını önemsemiş görünüyor.

Bana göre gerçekte ümidini kesti AB’den Türkiye. AB’de Türkiye gibi büyük bir devleti, hemde çoğunluğu Müslüman olan bir devleti almaktan korktuğu için Türkiye’nin bu isteksiz tutumundan memnun gibi bir izlenim veriyor sanki. Sadece fasılların açılması dönemlerinde gazetecilerin ifade özgürlüğü gibi küçük bahanelerle oyalamak istediği görüşünde Türkiye’deki büyük çoğunluk. Eskiden Kürtleri katlediyorsunuz şimdide böyle diye dayatıyor AB görüşünde halk.

Ya paketle kendi istediğin kıvama getir, değiştir, dönüştür, ya da kaldır at veya senin kıvamına gelene kadar ertele gitsin politkası insanların inançlarını rencide eden bir politikadır diyor halk. İnsanlar evlatlık aldıklarında ailemizin kıvamına gelsinde öyle alayım demezler. Önce evlatlık alınır, sonrada onun eksikleri giderilir. Burada büyük olandan büyüklük beklenir, küçük suçlanmaz. Sen değiş, ondan sonra aile olalım denmez. Evlatlık alınacak çocuğa seni aile ortamıma almam için şu şartları yerine getir öyle gel denemez. Bu karşılıklı rızaya ve katlanmaya dayalı bir şeydir, insani bir birliktir. Mesele ekonomi olsa Bulgaristan ne kadar zengin? Türkiye Batı'nın yiyip yutup paketleyemeyeceği kadar büyük bir devlettir. O yüzden kabul etmeyecekler. Türkiye'nin sittin sene AB'ye girmeyeceği kanaatindeyim. Ama ekonomik olarak şahlanacak. O zamanda zaten AB'ye ihtiyacı olmadığından hayır diyecektir. Bu çok uzun bir süre değil. En fazla önümüzdeki 10-15 yılda bu olacak.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder